Çeviri veya düzeltme sürecinde bilmediğimiz kelimenin anlamını öğrenmek için sözlüğe bakarız. Çok basit bir kural değil mi? Örneğin teknik bir metinde geçen false brinelling “Ben terimim! Sözlüğe bak!” diye bağırıyor adeta. Konusu ekonomi olan yazıda geçen rolling bear’ın da “yuvarlanan ayı” olmadığı aşikâr. Böyle ifadelerde sözlüğe bakıyoruz, emin olamıyoruz belki, araştırıyoruz ve anlama ulaşıyoruz. Bilmediğimizin farkındayız.
Peki bildiğimizden adımız gibi emin olduğumuz sözcüklerle karşılaştığımızda ne yapıyoruz? Belki de en basit ve önemli hatalar bu anlamını bildiğimizden emin olduğumuz kelimeler söz konusu olduğunda yaşanabiliyor. Water su anlamına gelir; award’ın anlamı ödüldür; line çizgi veya hat demektir; eye da göz anlamındadır. Çok basit değil mi? Aslında değil. Özellikle “çok basit” sözcükler söz konusu olduğunda yaşadığımız bu kendimizden adımız gibi emin olma hâlimizi geçici körlüğe benzetiyorum. Bilmediğimizi bilmiyoruz.
Çeviri yapmak zihni muazzam derece yoran bir iş. Devamlı aynı bağlantıları kuran nöronlarımız bir süre sonra yoruluyor. Kelimenin metinde o anlamda kullanılmadığı çok açık, konuyla, bağlamla hiçbir alakası yok ama göremiyoruz, düşünemiyoruz. Bir de teslim tarihi geldiyse bu basit sözcüklerin anlamına bakmanın gereksiz gelmesi oldukça doğal. Fakat çevirmenler kelimeyi, ifadeyi, cümleyi, paragrafı veya metni değil, bir bütün olarak bağlamı çevirirler. Bu nedenle bağlamı aklımızdan hiç çıkarmamakta fayda var.
Doğru bir çeviride kritik olan noktalardan biri de bu basit sözcülerin ne zaman terim olarak kullanıldığını fark edebilme yeteneğini zamanla geliştirmek ve şüpheden beslenmek.
Basit sözcükler için de sözlüğe bakma alışkanlığını geliştirdiğimizde, bir tıp makalesinde geçen water’ın idrar; duruşma kaydında geçen award’ın hüküm; askerlikle ilgili bir yazıdaki line’ın tabur; teknik bir kullanım kılavuzunda yer alan eye’ın da pim deliği anlamına gelebildiğini görebiliriz.
Zühal Beşli