Geçtiğimiz hafta yayınladığımız Çeviride Kazanılanlar: Simultane Tercümanların İnsan Beyni Hakkında Bize Öğrettikleri adlı yazı bizleri çevirinin kazandırdıkları, nörolojik olarak nasıl bir süreç olduğu ve tercümanların karşılaştığı durumlara dair daha çok araştırma yapmaya sevk etti. Dolu dolu ve uzun olan bu yazının ikinci kısmını ise önümüzdeki hafta yayınlayacağız.
Dünyanın en güçlü bilgisayarlarının dahi doğru ve gerçek zamanlı olarak yapamadığı çevirinin altından çevirmenler rahatlıkla kalkıyorlar. Geoff Watts da bu olağanüstü yeteneği aydınlatmaya başlayan nörologlarla görüşüyor.
Bu yaz bir sabah vakti London’daki Birleşmiş Milletler ajansına gittim. Westminster Sarayı yakınlarındaki Thames’in güneye bakan tarafında Uluslararası Denizcilik Örgütü (IMO) vardı. Bir geminin yanaştığını gördüm. İçinde de çoğu kadın bir grup IMO çevirmeni vardı. 
Bir konuşma için toplanılmıştı, Marisa Pinkney ve Carmen Soliño adlı iki çevirmenin arasına oturdum. Pinkney kısa bir duraklamanın ardından temsilcinin İngilizce cümlelerinin İspanyolca çevirisini yapmaya başladı
Temsilci bir yandan konuşurken Pinkney’in de o esnada bir dildeki mesajı simultane olarak diğer dilde oluşturup düzgün bir biçimde aktarması gerekiyordu. Bu süreç duyusal, devinimsel ve idraka bağlı yeteneklerin sıradışı bir harmanını ve hepsinin ahenk içerisinde işlemesini gerektiriyordu. Bunu eş zamanlı olarak devam ettirdi. Ne konuşmacıdan yavaşlamasını istedi ne de herhangi sözü izah etmek için duraksamak durumunda kaldı. Bunu başarabilmek ise en güçlü bilgisayarların dahi ulaşamayacağı çok yönlü olabilmeyi ve ince farkı ayırt edebilme yeteneğini gerektirir. Pinkney’in beyninin, aslında her insan beyninin, bunların hepsini yapabilmesi hayret verici bir şey doğrusu. 
Nörologlar uzun yıllar dil üzerine araştırma yaparak birçok şey keşfedip birden çok dil bilen bireyler hakkında somut çalışmalar ürettiler. Ancak simultane çeviri sürecinin kavranabilmesi çok daha zorlu bir iş. Ne var ki, bir grup meraklı bu zorlu işin altından kalmaya karar verip araştırmaya başladılar ve beynin bir bölümü olan kaudat çekirdeği dikkatlerini çekti. 
Kaudat beynin özellikle dille alakalı bir bölümü değil aslında. Nörologlar bu bölümün karar vermede ve güven konusunda rol üstlendiğini biliyorlar. Aynı bir orkestra şefinin yaptığını yapıyor, birçok beyin bölümü arasındaki koordinasyonu sağlayıp hayret verici derecede karmaşık hal ve tavırların oluşmasını sağlıyor. Böylece en karmaşık yeteneklerimizin beynin özel bölümlerine atanmamış olduğunu, bu yeteneklerin hareket etme ve duyma gibi temel yeteneklerimizi kontrol eden bölümlerin ışık hızında koordinasyonu sayesinde oluştuğu anlaşılmış oldu.
Simultane çeviri sıklıkla dizi yazma duyumuzu harekete geçirir. Belki de tarihinden kaynaklıdır çünkü 1. Dünya Savaşı’nın ardından Milletler Cemiyeti’nin kurulmasıyla buna ihtiyaç duyulan bir ortam oluştu ve bu tekniğin faydaları Nuremberg’de üst düzey Nazilerin mahkemelerinde göz önüne çıkarılmış oldu. Yine de doğruluk konusunda şüpheler vardı. Bu yüzden de BM Güvenlik Konseyi simultane tercüme fikrini yetmişli yılların başlarına kadar benimsemedi. “O zamana kadar tercümanlara güvenmemişlerdi” cümlesini dile getirmişti Cenevre Üniversitesi araştırma görevlisi ve tercüman Barbara Moser-Mercer. Ama artık günümüzde çok dilli konferans dünyasının iki geleneksel merkezi olan Cenevre ve New York’ta bulunan BM ofisleri Brüksel’de tek bir çatı altında toplandı ve Avrupa Birliği genişleyerek daha çok dili bünyesine katmaya başladı. Şu an toplamda yirmi dört dili kapsıyor ve bazı toplantı, görüşmelerde her birinin tercümesi yapılıyor. 
IMO’daki temsilcilere bakınca kaptan köşkünden bir görüntü canlandı gözümde. Kontrolün bende olduğu hissini vermişti. Tercümanların söyledikleri ve konuşma hızlarını diğer kişiler belirliyordu. Pinkney ve Soliño’nun o sabahki görüşme için yanlarında getirdikleri bir sürü konuşma metni vardı ama mizahi cümlelere hazırlıklı olmaları gerekiyordu. Çünkü kelime oyunları, alay, ironi ve kültüre özel şakalar çevirmenlerin korkulu rüyaları gibidir. Akademik bir makalede bahsedildiği gibi “Kaynak dilde tek bir kelimeyle ifade edilip birden çok anlama gelen kelime oyunları tercümanların girişmemesi gereken bir iştir çünkü ortaya çıkan şey pek de komik olmayacaktır.”
Temsilcilerin konuşmaları esnasında otuz yıldır tercümanlık yapan Anna Miles tercümanların sıklıkla karşılaştığı güçlüklerden biri olan kelime sıralaması hakkında bir şey söylemişti. “Almancada ‘değil’ anlamına gelen ‘nicht’ kelimesi cümle sonunda gelebilir” diye belirtmişti. Nihayetinde de konuşmacılardan biri “nicht” demişti. “Almanya’da doğup büyümüşseniz konuşmacının ses tonundan ‘nicht’ kelimesinin geleceğini anlayabilirsiniz.” Kelime sıralaması da balıkçılıkla alakalı toplantılarda özellikle önem arz ettiği için Miles oldukça temkinliydi. Çeşitli türlerde balıkların geçtiği uzun bir cümlede ve balık isminin ad olarak cümle sonuna geldiği bir dilde tercümanın cümle tamamlanana kadar öznenin hangisi olduğunu kestirmesi gerektiği durumlarla yüz yüze kalınabiliyor. 
Miles bunun gibi birçok örnekten bahsederken tarımla alakalı bir toplantıda donmuş halde boğa sperminin Fransız tercüman tarafından “dondurulmuş denizciler” olarak çevrildiğinden de bahsetmişti. 
Bazı konuşmacılar da çok hızlı konuşur. “Böyle durumlarda çeşitli stratejiler izlenebilir. Bazı tercümanlar durup konuşmacıya yavaşlaması için rica etmenin en uygun yol olduğunu düşünürler.” Miles bunu pek yararlı bir yol olarak görmüyor çünkü insanların özgün bir konuşma hızları vardı ve birisine yavaşlaması için ricada bulunsanız bile eninde sonunda tekrar aynı hızı yakalayacaktır. “Uyanık olmak gerekir. Mesele sadece bu işe özgü dil yeteneklerini bilmek değil, hızlı düşünebilmeli ve hızlı öğrenmek de oldukça önemlidir.”

Kaynak: In other words: inside the lives and minds of real-time translators
Çeviri: Burak ŞOLT